TST Interactive

Wednesday, April 29, 2009

İkizlerin Garip Hikayesi

1974 yılıydı. 19 yaşında genç ve güzel köylü kızı İstanbul’a yerleşmek istiyordu. Açık hava sinemasında gördüğü İstanbul yaşantısına çok özeniyordu. Fakat hayalindeki İstanbul yaşantısı beklediği gibi çıkmayacaktı.
Ailesinin tüm itirazlarına rağmen Fatma para biriktirip ilk fırsatta İstanbul’a kaçtı. Sanıyordu ki oraya gittiğinde Ayşecik gibi karşılanacak, tüm İstanbul onu bağrına basıp destek olacaktı. Fakat tecavüze uğrayıp hamile kaldı. İkiz çocuklara hamile kalmıştı. Köye bu halde dönemezdi. İkizleri doğurana kadar İstanbul’da çeşitli işlerde çalıştı. İkiz kızlarını doğurur doğurmaz evlatlık verdi. Daha sonra köyüne geri döndü. Onu beşik kertmesi Hasan’la evlendirdiler. Kötü bir yaşantının eşiğinden dönmüştü ama aklı evlatlık verdiği ikizlerindeydi. İki oğlu, bir kızı oldu ama onların ablaları olduğunu kimseye söyleyemezdi.


İkiz kızlardan biri çok zengin bir aileye verilmişti. Adına Filiz koydukları evlatlık kızlarını Avrupa gezileri esnasında doğmuş izlenimi vermişlerdi. Tanınmış bir aile oldukları için kimsenin dedikodu yapmalarını istemiyorlardı, çünkü kızlarına asla evlatlık olduğunu söylemeyeceklerdi. Yine de magazin basını, çocuğu olmayan çiftin Avrupa’ya gittikten sonra nasıl çocuk sahibi olduklarına bir anlam verememişlerdi. İnsanlar yurt dışında tedavi olduklarını düşünüyorlardı.
İkiz kızlardan diğeri orta halli bir aileye verilmişti. Hatta kimi dönemler orta halin biraz altına düşüp ekonomik zorluklar yaşadıkları bile oluyordu ama kendilerine ait bir evleri oluyordu ve borç altına girmemeye dikkat ediyorlardı en azından… Bu aile ise kızlarına Derya ismini vermişlerdi. Ona evlatlık olduğunu büyürken söylemeyeceklerdi. Liseye gitmeye başladığında gerçeği açıklayacaklardı. Çevrelerine de kendileri söyleyene kadar söylememeleri konusunda uyarı yaptılar. Zemin katta yaşayan, çekirdek çıtlatarak pencereden gelip geçene bakan ve pencereden bakarken de ona buna laf atan, en ufak olayı büyütüp dedikodu yapan Neriman adındaki komşu teyze bile bu hassas konuda ağzını kapalı tutmaya karar vermişti.
Bu ikiz kız kardeş evlatlık olduklarından habersiz, farklı yaşam koşullarında yaşayarak büyüdüler. Liseye geldiklerinde Filiz şımarık, duyarsız, halk tabiriyle kaşar bir genç kıza dönüşmüştü. Derya ise aklı başında, hanım hanımcık bir genç bayan olmuştu. Anne ve babası daha o bebekken kararlaştırdıkları gibi ona evlatlık olduğunu açıkladılar. Bu gerçeği alıştıra alıştıra söylemişlerdi, ama zaten onu bu gerçeği kabullenecek bir olgunluğa erişecek şekilde yetiştirmişlerdi. Derya evlatlık olduğunu öğrendiği halde asla kendini salmadı, aksine olgunluğu daha da arttı.
Birbirlerinden habersiz büyüyen bu ikizler artık 34 yaşına gelmişlerdi. Farklı yıllarda da olsa ikisi de evlenmişti. Derya hayalindeki meslek olan avukatlığı seçmişti. Aklına bu sıfatını kullanarak gerçek annesine ulaşma gibi bir düşünce gelmiyor değildi, fakat onu sadece biyolojik annesi olarak gördüğü için bu düşüncesinden her defasında vazgeçiyordu. Asıl anne ve babasının onu büyütenlerin olduğu kanısına varmıştı. Bir kızı, bir de oğlu vardı. Annelik duygusunu tattıktan sonra gerçek annesinin onu nasıl evlatlık verdiğine anlam verememesi daha çok artmıştı. Yine de bunu önemsemiyordu ve çocuklarına çok düşkün olmuştu. Filiz ise yine koruyucu ailesi gibi sosyeteden bir adamla evlenmişti. Bir de oğulları vardı. Evlatlık olduğunu bilmediği halde oğluna anne şefkatini göstermiyordu, oğlunu daha çok dadısı büyütüyordu. Kumar partilerinden, içkili sohbetlerden yaşantısı farkında olmasa da bulanmıştı.
Bir gün Filiz yine böyle içkili bir kumar partisinden dönerken ağır bir trafik kazası yaşadı. Komaya girmişti ve yüzü parçalanmıştı. Yaşaması bile mucizeydi. Kocası ve ailesi onun tedavisi için büyük bir servet yatırmışlardı ve birkaç ay sonra komadan çıktı. Fakat yüzü artık tanınmaz hale gelmişti. Kapalı olan televizyondaki yansımasını gördüğünde dehşete kapılıp çığlık çığlığa bağırmıştı. Sakinleştirici iğne yapıldıktan sonra kocası ona eski haline döndüreceğine dair söz verdi. Fakat ne kadar zengin olurlarsa olsunlar, yapılan estetikler onu eski haline döndürememişti. Bambaşka bir kadın olmuştu. Ayrıca saçlarının da büyük bir bölümünü kaybettiği için normalde açık kahverengi olan saçları yerine siyah bir protez yaptırmıştı. Artık Filiz eski Filiz değildi. Yine de yaşadığına şükrediyordu ve kazadan sonra aklı başına gelmişti. Artık oğluyla bile daha çok ilgileniyordu. Aklını karıştıran bir soru vardı. Neden kaza sonrası hayatı bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçtiğinde bebeklik döneminde yanında bir başka bebek daha vardı? Neden kabuslarında aynaya baktığında aynadaki yansıması eski hali oluyordu ve neden o eski hali aynadan çıkıp farklı bir birey gibi davranıyordu? Ne dış görünüşü, ne de kişiliği aynıydı artık… Kocasının da ona olan ilgisi azalmıştı, çünkü aşık olduğu kadın bu değildi. Belki kazadan sonra kişiliği oturmuştu ama onun için kişiliği önemli değildi, güzelliğine vurulmuştu. Ayrıca kendisi de kumar ve içki tutkunu olduğu için Filiz’in parasını oraya buraya savurması umurunda değildi. O aklı başında bir kadın istemiyordu. O sosyetik, vurdumduymaz, kaşarlanmış eski karısının geri dönmesi için çabalıyordu.
Aradan 1 yıl geçmişti. Filiz, kocasının ilgisizliğine, tartışmalarına artık dayanamadı ve ona boşanma davası açmaya karar verdi. Artık eski Filiz olamayacaktı. Kendisine çeki düzen verip normal bir yaşantı sürmek istiyordu, fakat kocası buna engel oluyordu. Kaza onu çok değiştirmişti ve eskiden karizmatik gelen kocasının onunla sadece güzelliği için evlendiğini anlamaya başlamıştı. Aldattığından da şüpheleniyordu, ki şüpheleri doğruydu. Bu kadar uzun süren toplantıları olmazdı eskiden… Artık kocası ona karizmatik değil, bir züppe gibi görünmeye başlamıştı. Eski Filiz gerçekten ona uygundu ama yeni Filiz ona dayanamıyordu. Hemen bir avukat araştırmaya karar verdi ve boşanma davalarında çok iyi olan bir avukata yönlendirildi. Avukatla telefonda konuşup çok lüks bir restoranda buluşma ayarladı. Telefonda konuşurken seslerinin birbirine çok benzediğine karar verip gülüşmüşlerdi.
Evet, bu avukat Derya’ydı. Derya, artık çok başarılı bir avukattı ve başarılarına yeni başarılar ekliyordu. Çok zenginlerin davalarına bakarken yaşam standartlarını bileğinin hakkıyla yükselttiğini fark etmişti. Örneğin ilk kez lüks bir restoranda buluşmaya gelmiyordu. Daha önce de zengin müvekkilleri onunla görüşürken pahalı ve lüks restoranları tercih etmişti. Bunu da her zamanki gibi bir buluşma olarak düşünüyordu. Fakat yanılmıştı.
Filiz restorana girdiğinde garsonlara “Avukat Derya Hanım geldi mi?” diye sordu. Garsonlar Derya’nın oturduğu masayı işaret ettiler. Derya arkası dönük oturarak akvaryumdaki balıklara bakıyordu. Filiz oraya doğru yöneldi. Derya çok dalgındı. Filiz balıklara daldığını fark ettiği için onu korkutmamak adına direk yanına gelmemişti. Arkadan “Derya Hanım? İyi akşamlar” diye seslenmişti. Derya arkasını dönüp “İyi akşamlar Filiz Hanım” diye elini uzattığında Filiz gördüğü yüz karşısında şoke oldu. Bu onun eski yüzünün aynısıydı. Hayal görüyor olmalıydı. Derya olanlardan habersizdi, çünkü kaza sonrası estetik olmuş bu yüz, aldığı ilaçlar nedeniyle kilo almış bu kadını ilk kez görüyordu ve görüntüsü onun için bir şey ifade etmiyordu. Derya, “Filiz Hanım, bir sorun mu var?” diye ayağa kalktığında Filiz ona daha çok yaklaşan eski bedeni ve yüzü karşısında dehşete kapılıp bayıldı. Derya olanlara bir anlam verememişti. Mesleği boyunca çok insan görmüştü, ağır davalar sırasında krize girenleri, kavga edenleri, bayılanları görmüştü ama ilk kez bir görüşme sırasında müvekkilinin bayıldığına şahit oluyordu. Garsonlar hemen yardıma koştular. Bir süre sonra Filiz ayıldı. Ayıldığında yaşadıklarını bir rüya sandı, fakat Derya ona yaklaşıp “İyi misiniz Filiz Hanım? Bir sorun var mı?” dediğinde gördüklerinin gerçek olduğunu kavradı ve ağlamaya başladı. Nasıl olabilirdi? Nasıl kazadan önceki yüzü bir başkasına ait olabilirdi?
Filiz kendine geldiğinde ilk önce içini yiyip kemiren kıskançlığından bir şey söylemek istemedi, fakat bu cevap bekleyen gözler ona çok tanıdık geliyordu ve anlatmaya karar verdi. Derya, kocasıyla olan sorunlarından ötürü Filiz’in kafayı yemiş olabileceğini düşünüyordu ve boşanmayla ilgili konudan önce Filiz yaşadığı kazayı ve bir yıl önceki ameliyatını anlattı. Derya tüm yaşadıklarını öğrenmişti, fakat bunun davayla ne ilgisi vardı? “Kazada travma yaşamış olmalı, içini döküyor zavallı” diye düşünüyordu. Filiz “Peki bunları sana niye ilk görüşmemizde anlatıyorum sence?” diye sorduğunda Derya onu çatlak olarak düşündüğünü anlamamasını umarak “Imm, şey bilmem ki…” diye cevap verdi. “Telefondaki konuşmalarımızı hatırlıyor musun? Birbirimizin sesinin birbirine çok benzediğinin farkına varıp gülüşmüştük, değil mi?” diye bilmece gibi konuştuğunda Derya “Evet, insanların sesleri birbirine benzeyebilir. Sesler insanın karakteristik özelliğini ortaya koyar. Bu bilimsel bir gerçektir.” diye cevap verdi. Filiz “Sen güçlü ve kariyerli bir kadınsın. Ben ise şımarık bir zengin kızıyım. Şu birkaç dakikalık konuşmamızdan anladığım kadarıyla da karakterlerimiz birbirine hiç uymuyor. İnsanların çift yaratıldığını söylerlerdi de inanmazdım. Kazadan önce aynı sana benziyordum.” Uzun süren bir sessizlikten sonra Derya “Hayır, bu mümkün değil. Delirmiş olmalısın” diye cevap verdi. Filiz “Bana inanmıyor musun?” diyerek titreyen elleriyle cep telefonunu çantasından çıkardı. “İşte bu benim eski fotoğrafım”… Filiz kocasıyla çekildiği fotoğrafını gösterdiğinde Derya küçük dilini yutacak gibi olmuştu. Çünkü Filiz doğruyu söylüyordu.
Zor da olsa yemekte bu konuyu değil, davayı konuştular. Filiz ne zaman konuyu açmak istese Derya olayı değiştiriyordu. Evlatlık olduğunu biliyordu ama zengin bir ailenin onu neden verdiğine anlam veremiyordu. Halbuki Filiz de evlatlıktı, fakat bundan habersizdi. “Derya Hanım, sana inanamıyorum. Bu benzerliği nasıl göz ardı edersin? Evet, şu an benzemiyor olabiliriz, fakat doğuştan gelen yüzümün seninkinin tıpkısının aynısı olması sence de biraz tuhaf değil mi?” diye Filiz ayağa kalkıp sinirlendiğinde Derya pes etmişti. Gerçek ailesini bulmak istemiyordu, çok kırgındı onlara, ona bakan ailesine ihanet edemezdi. Derya, “Filiz sen kaç yaşındasın?” diye sorduğunda “35” cevabını aldı. “Ben de 35 yaşındayım, seslerimiz de aynı. Sana söylemem gereken bir şey var. Beni büyüten ailem gerçek anne ve babam değil. Yani ben evlatlığım.” dediğinde Filiz’in tepkisi “İnanamıyorum. Biz ikiz olmalıyız. Kazada hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçerken bu olayı görmüştüm zaten. Ailem nasıl seni evlatlık verir? Nasıl? Neden?” olmuştu. Filiz kendisinin evlatlık olmadığından bu kadar emin olduğuna göre yanlış da olsa Derya artık tesadüfen gerçek ailesini bulduğuna inanıyordu. Boşanma davasını unutan iki kız kardeş Filiz’in baskısıyla Filiz’in ailesinin evine gitti.
Filiz’in ailesine bir oyun oynayacaklardı. Bu oyun onlara Derya’yı evlatlık verdiklerini itiraf ettirecekti belki de… O sırada Filiz’in kocası da Filiz’in ailesinin evindeydi. Boşanma davasını duymuşlardı. Bu konuyla ilgili konuşuyorlardı. Filiz kapının arkasına saklandı, Derya ise kapıyı çaldı. Filiz’in kocası kapıyı açtığında gözlerine inanamadı. Filiz’in kazadan önceki hali karşısında duruyordu. Filiz rolüne bürünen ve cep telefondaki fotoğraflardan dersine iyi çalışan Derya “Ne oldu? Niye şaşırdın ki canım? Artık parayı bastırdığında bu kadar kısa sürede eski görüntüne kavuşturabiliyorlar. Annemle babamı görmek istiyorum” diyerek salona daldı. O sırada sohbet eden Filiz’in koruyucu anne ve babası ona kısa bir süre bakıp konuşmalarına tam devam edeceklerdi ki, akıllarına Filiz’in kazadan sonra değiştiği geldi. Eski bir göz alışkanlığı karşılarında tüm çıplaklığıyla duruyordu. Gerçek Filiz ise arka kapıdan anahtarla mutfağa girmişti ve olanları dinliyordu. Derya ise onun orada olduğunu biliyordu. Derya rolüne devam etti. “Eski görüntüme sonunda doktorlar kısa bir sürede kavuşturdu” dediğinde Filiz’in ailesi “Nasıl olur? Hiçbir sargı, hiçbir bekleme süresi olmadan 1-2 günde nasıl eski haline dönersin?” diye şaşkınlıklarına devam ediyordu. Derya, Filiz rolüne devam ederek “Bir tesadüf eseri eski raporlara ulaştım. Bir ikizim varmış. Hiç evlatlık verdiğiniz bir ikizim oldu mu gerçekten?” diye sordu. Kafaları iyice karışan aile cevap veremiyordu. Sonunda Derya isyan etti ve “Evet, bu kadar kısa sürede bir değişim olamaz. Ben evlatlık verdiğiniz diğer kızınızım. Neden beni evlatlık verdiniz?” diye ayağa kalktı. Filiz’in koruyucu annesi olayı biraz anlamıştı, fakat Filiz’in içeride olduğunu bilmiyordu. “Bak kızım, biz kimseyi evlatlık vermedik. Neden böyle bir şey yapalım ki? Tam tersine, açıkça söylememiz gerekirse biz Filiz’i evlatlık aldık. Demek ki bir de ikiz kardeşi varmış. Lütfen bunları Filiz’e söyleme. Evlatlık olduğunu bilmiyor çünkü…” dediğinde Derya’nın aklına mutfaktan olayları dinleyen Filiz geldi. Derya mutfağa koştuğunda büyük bir hayal kırıklığı yaşayan Filiz yere çömelmiş, sırtını duvara yaslamış, küçük bir kız çocuğu gibi ağlıyordu. Filiz’i gören ailesi ve Derya birden kendilerini Filiz’i teselli etmeye çalışırken buldular. Filiz’in annesi de ağlamaya başlamıştı. Kabullenmek istemese de onun bir gün gerçeği öğreneceğini hissediyordu ama bu şekilde olacağını da tahmin etmiyordu. Üstelik bir ikizi olduğunu kendisi de bilmiyordu. Derya’nın ise bilinçaltı su üstüne çıkmıştı. Gerçek anne ve babasını bulduğunu sandığı için içten içe merak duygusu sarmıştı kendisini… Her ne kadar yıllarca bunu kabul etmek istemese de aslında içinden gerçek anne ve babasını bulmak istediğini anladı. Elbette ki bu saatten sonra biyolojik ailesinin kızı olamazdı, fakat hesap sorabilirdi.
Ertesi günü Derya ilk fırsatta Filiz’i aradı. Aslında bütün bunları bir önceki gece düşünmüştü, fakat ikiz kardeşinin ve ailesinin şoku üzerinden atmalarını beklemişti. Kendisi de bir nevi şoktaydı, çünkü ikizi olduğunu bilmiyordu ama en azından evlatlık olduğunu bilmesinin olgunluğuyla yaşamıştı. Filiz’e kendisinin avukatlık bağlantılarıyla belgelere ulaşıp gerçek ailelerini bulabileceğini söyledi. Filiz “Zaten evlatlık olduğumu yeni öğrendim. Bunu kaldırabileceğimi sanmıyorum ama madem evlatlık olduğunu biliyordun, o zaman neden daha önce araştırmadın?” dediğinde Derya tüm duygularını anlattı, “Bunu senin desteğin olmadan yapamam” dediğinde Filiz’i razı etti.
İki kız kardeş, Derya’nın bağlantıları ve araştırmaları sayesinde gerçek annelerine ulaştılar. Bir köyde oturduğunu öğrenip o köye gittiler. Sora sora buldukları adreste kocası ve 4 çocuğuyla yaşadığını öğrendiler. Karşısında tanımadığı iki genç bayanı gören Fatma ne olduğunu anlamadı. “Biz senin evlatlık verdiğin kızlarınız. Dört tane çocuğun varmış. Onlara bakabiliyorken bizi neden bıraktın?” diye hesap sordular. Fatma “Bir yanlışınız olmalı, ben tek yumurta ikizleri doğurmuştum ve farklı ailelere gittiğini söylediler. Siz birbirinize benzemiyorsunuz ve birliktesiniz.” dediğinde içeri buyur edilen ikizler tüm olup bitenleri anlattılar. Her şeyi ağlayarak dinleyen Fatma “Sonunda sizleri buldum. Sizi vermeye mecbur kaldım” diyerek iki kızına sarıldı. Fatma, tüm yaşadıklarını anlattıktan sonra bu trajediyi öğrenen ikizler, biyolojik annelerine hak verdiler. Fatma “Lütfen bunu kocama ve kardeşlerinize söylemeyin. Bu benim ölümüm olur.” dediğinde ise törelere lanet ettiler. Çünkü bu konuda Fatma’nın hiçbir suçu yoktu.
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. Ayrıca hiçbir zaman biyolojik olarak birbirlerine bağlı olsalar da gerçek bir aile olamayacaklardı, fakat görüşmeye devam etme kararı aldılar ve Fatma’ya maddi destek sağladılar. Derya evlatlık olduğunu önceden öğrendiği için koruyucu ailesiyle olan ilişkisi değişmedi, fakat kocasından boşanan Filiz hiçbir zaman ailesine güvenmedi ve ilişkileri her zaman inişli çıkışlı oldu.

YAZAR: Turgay Suat Tarcan
YAZILDIĞI TARİH: 29 04 2009

0 Comments:

Post a Comment

<< Home