TST Interactive

Thursday, March 30, 2006

Barış Manço'nun Dil Anlayışı

1999 yılında, kaybettiğimiz büyük sanatçı Barış Manço, hepimizin de bildiği gibi, Türk halkına gelmiş ender sanatçılar arasındadır.Anadolu Rock müziğinin öncülerindendir.Türk kültürünü tamamen içine sindirmiş, halkıyla tam ve gerçek anlamda bir bütün olmuş ve bunun yanında ülkesini dünyanın birçok yerinde temsil etmiş bir kültür elçimizdir.
Çocuklarla çok iyi iletişim kurabilen Barış Manço, bu iletişimini yaşlılarla da kurabilmiştir. Konserleri sayesinde ve TRT’de hazırlayıp, bizzat kendisinin sunduğu “7’den 77’ye” adlı “Kültür-çocuk-eğlence” programının “Dönence” bölümünde, dünyayı bir baştan bir başa gezmiş ve tüm dünya insanlarıyla iletişim kurabilmiştir.
Barış Manço eserlerinde farklı ağızlara ve söylemlere yer vermiştir. Eserlerinde çok fazla Anadolu kültürünün kokusunu alabildiğimiz sanatçının, kültür düzeyi oldukça yüksektir.Kendi deyimiyle: “Ben saçımın teli kadar Anadolu’yu ve Anadolu efsanesini bilirim…” sözünden de anlaşılacağı üzere, Manço, Türk kültürünü çok iyi benimsemiş ve Anadolu insanını da bir o kadar tanımıştır.
Kültürel değerlere çok iyi sahip çıkan Barış Manço, dile çok büyük önem vermiştir.Çünkü evrensel bir dünya görüşü olan sanatçı, büyük kitlelere seslenebilmek için dili en iyi iletişim aracı olarak görmüş ve bunu müziği ile birleştirmiştir.
Barış Manço Galatasaray lisesini bitirdikten sonra, 1969 yılında Belçika-Liége Kraliyet Güzel sanatlar Akademisi’nde öğrenimini tamamlamıştır.Barış Manço ileri düzeyde İngilizce ve Fransızca bilmenin yanı sıra Japonca da konuşabiliyor, bunun yanında Almanca, Arapça, Hollandaca, İspanyolca ve İtalyanca aracılığıyla da derdini anlatabiliyordu..Aynı zamanda Manço dilsizlerin kullandığı el-kol hareketlerinden oluşan anlatım biçimini de kullanabiliyordu.
Barış Manço’nun birlikte çalıştığı grup üyelerinden Ahmet Güvenç’in ifadesine göre, gittikleri yabancı bir ülkede konser hazırlıkları yapılırken, Barış eline bir sözlük alır odasına kapanır ve çalışırmış.Güvenç, konser başlayınca Barış Manço’nun, hangi ülkedeyseler o ülkenin diliyle konuşmaya çalıştığını ve böylece dinleyenleriyle sıcak bir ilişki kurduğunu hayranlıkla anlatmaktadır.Ahmet Güvenç şöyle söylemektedir: “Barış çok çalışkan, çok gözlemci, bir yere gittiğimiz zaman turneleri sonuna kadar değerlendiren, insanlarla iletişim kuran ve insanlara karşı özellikle çok çok özverili bir insandı. İki lisanı ana dili gibi biliyordu. Çok kolay iletişim kuruyordu.Ülkemizi dışarıda temsil etmesinin en önemli unsuru da buydu. Bir de hayretler içinde kalmıştık; Japonya’ya gittik tabii ki hiçbirimiz Japonca bilmiyorduk. Biz ortalığı dolaşırken Barış odasına kapandı, ondan sonra konsere çıktık, Barış Japonlarla Japonca konuştu.Onlara bir şeyler söyledi, onlar güldüler; o bir şey daha söyledi bir daha güldüler. O arada onu çalışmış, neler söyleyebileceklerini düşünmüş, cevaplarını hazırlamış.” *(Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı Programı’ndan)
Farklı kültürlerin dilini öğrenmeye çalışan sanatçı, anadili Türkçe’ye büyük önem vermektedir.Çok hızlı konuşan sanatçının şarkılarında dili akıcı ve sadedir. Barış Manço’nun kardeşi Savaş Manço şöyle söylemektedir: “Barış Manço’nun tüm şarkıları atasözleriyle bezenmiş sade kalıplar içinde, neredeyse çocuk dilinde yazılmış diyebileceğimiz kadar kolay anlaşılabilen dizeler olmalarına karşın, içerikleri çok derin anlamlar taşır”(1)
Barış Manço’nun Türkiye İş Bankası Dergisinde yaptığı bir röportaj, onun dile olan hassasiyetini çok iyi sergiler niteliktedir:
-“Dil olayı sizde çok önemli sanırım.”
-“Tabii.Çünkü, ben Türkçe’yi seviyorum ve onunla sevişiyorum.Benim asıl sevgilim Türkçe, çünkü ülkemizde Türkçe’yi tam olarak alamayanlar var, bilmeyenler, deforme edenler var.Özellikle en büyük tahribatı şarkılarda görüyoruz.Kasetler 800.000, 1.000.000 basılıyor.Şarkılar çabucak dillere destan oluyor.İnsanlarımız o Türkçe’yi dinleyerek, onu Türkçe zannediyor. Cümleler bozuk, fiil çekimleri bir tuhaf…
Parasal kaygılarla yeni Türkçeler gelişti. Bunlara dur, durak diyen olmadığı için müziğimiz bozuldu. Benim birinci kaygım bu. Her şeyin Türkçe söylenebileceğini biliyorum. En güzel kadına en güzel Türkçe ile ilan-ı aşk edebilirim. En güzel yaşlıya, en güzel Türkçe’mle yaklaşabilirim. Çünkü en güzel onu biliyorum. Şu an dünyada Türkçe ile sevinen , Türkçe ile üzülen üç yüz milyon insan var. Benim amacım çok iyi lezzet alan insanlara bu lezzeti ve tadı götürmek, hüzün götürmek, mutluluk götürmek, şakalaşmak; onlarla muhabbet etmek, sohbet etmek.Benim derdim dille zaten.”(2)
Son yıllarda televizyon programlarında her an rastladığımız Türkçe ve yabancı dil karışımı, bozuk bir dil anlayışı ile piyasa müziğinin basit, anlamsız sözleri dilimizi yozlaştırmakta ve büyük kitlelerce özellikle çocuklar tarafından benimsenmeye başlanmaktadır. Bu tehlikenin farkına çok önceleri varan Barış Manço sesini duyurmaya çalışmıştır.
Çoğunlukla İstanbul ağzıyla, yani Türkçe’nin standardı kabul edilen ağızla eserler veren Barış Manço, bazı şarkılarında Türkçe’nin yöresel kullanımlarında da yer vermiştir. Örneğin “Acıh da Bağa vir” adlı şarkısında bunu görebiliriz:

Acıh da bağa vir, biraz da oğa vir.
Çevir kazı yanmasın, aman kuzu yanmasın.
Acıh da bağa vir, biraz da oğa vir
Canı kaymak isteyen, cebinde manda taşır.
Bulguru, yağı bulan: çorbasın kaynatır.
Ya bulamayan gariban, omzunu oynatır.
Acıh da bağa vir, biraz da oğa vir,

Ayağında yok postal, başına giyer püskül.
Sonradan görmesi, meğersem ne müşkül.
Ya hiçbir şey bilmemek, pilav üstüne keşkül.
Acıh da bağa vir, biraz da oğa vir.
Ayrana daldır, bulgura saldır.
Selam verdi gördün mü?
Selamı almadın mı? Aaa!
Çevir kazı yanmasın, aman kuzu yanmasın.
Türkünün sonu geldi gari.
Acıh da bağa vir, biraz da oğa vir,
Balcının bal tası var, oduncunun baltası var.
Öyle de olur, böyle de olur,
Avcı vurur turnayı, biz çalarız zurnayı,
Öyle de olur, böyle de olur.(3)
Barış Manço, Türkiye’yi Japonya’da temsil ederken, Japonya’da verdiği bir konserde kaydedilen ve Türkiye’de de satışa sunulan “Live In Japan” adlı CD kapağında şöyle söylemektedir: “1990 yılında, ilk Japonya konserimizi verirken, Uzakdoğu’nun binlerce yıllık eşsiz kültür mirasına sahip bu küçük dev adamlar bize şöyle söylemişlerdi: “Türk insanı için güzel olan, Dünya insanı için de güzeldir.Bir şey Türk insanına doğru geliyorsa, Dünya insanlarına da doğru gelir.”Demek ki, şarkılar nasıl yazılmışsa öyle söylenmeliydiler. Başkalarının hoşuna gitsin diye yapılacak zorlama tercümelere gerek yoktu. İşte onun için, biri hariç, bütün şarkılarımı Türkçe söyledim orada. Ve Türk insanına yıllardır güzel gelen şarkılarım, bir gecede Japon insanına da güzel geldi.
Ara ara duyacağınız Japonca konuşmalarıma gelince, o küçük dev adamların önemli bir istekleri olmuştu bizden; Madem ki onlar Japon, biz Türk’tük ve elhamdülillah, her iki tarafın da anlaşmaya yetecek zengin birer dili vardı..O halde üçüncü bir dili kullanmak yakışık almazdı.İstekleri şu idi: Konser sırasında ‘eğer becerebileceksem’ şarkılarımı Japonca sunmalı idim. Yok ‘eğer beceremeyeceksem’ Türkçe sunabilirdim tabii…Onlar da sahneye Türkçe bilen bir Japon tercüman çıkarırlardı…Benim beceremediğim bu işi o becerirdi…Şu harekete bakar mısınız lütfen! Ama şu harekete bir de yakından bakar mısınız lütfen! Tabii böyle bir düelloya davet karşısında Japonca’yı 8 gün içerisinde aslanlar gibi söküp parçaladığım gibi, yerel lehçelerin inceliklerine bile indim ve 45 gün boyunca Japonya’nın tozunu dumanını attırdım. Duyduğunuz kahkahalar işte bu zaferin en büyük ispatıdır!!!” (4)
Barış Manço’nun bu sözleri ile aslında onun dil anlayışının ne düzeyde olduğunu ve insanlar arasındaki sözlü dil iletişiminin değerinin ne kadar önemli olduğunu görebiliriz.Şunu da söylemeliyiz ki, yabancı bir dil öğrenmek, her zaman iletişimi öğrenmek demek değildir. İletişim: “Bir kaynağın belli bir amaç ile, alıcının tepkisini de göz önünde tutarak dinleyip, ürettiği işitsel (sözlü), görsel (yazılı, vb.), ya da öteki duyularla da algılanılabilen karışık dilli iletilerin ya da metinlerin doğrudan veya taşıyıcı bir araç ile alıcıya ulaştırılması olarak tanımlanır.”(5). İletişimin tanımına bakacak olursak, dil bir araçtır. Önemli olan iletidir, yani iletinin görsel ya da işitsel yollarla alıcıya ulaşmasıdır. Barış Manço’nun diğer yabancı dilleriyle iletişim sağlayabildiği gibi, Japonca’yı da öğrenmesiyle Japonlarla çok iyi iletişim sağlayabildiğini görebiliriz. Nitekim Barış Manço, yaşamının sonlarına doğru, Japonya’nın en büyük televizyonlarından birine tercümansız bir şekilde, Japonca ile konuşmak üzere konuk olarak çıkmıştır.
Barış Manço, işitsel olmayan dillerden, “Görsel-dil”’in alt kolunda olan “Beden dili”’ni de çok kullanan bir sanatçıydı. Herkesin bildiği gibi jestleriyle, el kol hareketleriyle de iletiyi alıcıya aktarabilen biriydi. Buna örnek olarak Barış Manço’nun büyük oğlunun, onu nasıl anlattığına bakabiliriz: “Babam biliyorsunuz elleriyle konuşur; ellerini tutsanız dilleriyle, dilini tutarsanız bakışlarıyla ifade eder. Üçü birleştiğinde olayı anlamamanız mümkün değil. Mesela tarih sınavına çalışıyordum. Öyle iyi anlatıyor ki, bir saat içinde kitabın yarısı bitiyordu. Aklından anlatıyor esasında kitap elinde dururdu.”
Osmanlıca’da, işitsel olmayan, daha doğrusu beden dili ile anlatılmak istenen iletiler, alıcıya verilirken kullanılan dil adına:“Lisan-ı Hal” denmektedir. Bu Osmanlıca bir tamlamadan gelen tabir, “Vücut Dili” şeklinde de ifade edilebilir.Nitekim bunu yerine göre çoğumuz kullanırız. Barış Manço’nun eşi Lale Manço; Barış Manço’nun kızıp sinirlendiği zaman hiçbir şey söylemeyip, bağırıp çağırmadığını, sessizce piyanosunun başına çekilip, yalnız kaldığını söyler ve keşke “Barış bir şeyler söylese de bizlere de savunma hakkı doğsa” şeklinde konuşur ve onun bu davranışının kızdığı zamanki en büyük tepkisi olduğunu söyler.
Çocuklarla çok iyi anlaşabilen Barış Manço’da “çocuk dili”ni görebilmek mümkündür.Yani çocukların kullandığı dili onlarla beraber kullanan biriydi.
Barış Manço toplumun gündemini takip eden, toplumun ruhunu yakalamış biriydi.Hemen hemen her alanda bir şeyler söyleyebilecek kültüre sahip biriydi.Bilim, sanat, edebiyat sempozyumlarına katılan bir sanatçıydı.Dil kullanımının da düzgün olması bunun beraberinde getirdiği bir durumdur.
Barış Manço dil yönünden çoğu topluma çok örnek olmuş bir insandır.Büyük bir kitle tarafından sevilen Manço, Karadeniz ağzıyla ve Azeri lehçesiyle de şarkılar seslendirmiştir. Şarkılarında, Anadolu’da kullanılan birçok değim ve özdeyişi görmek mümkündür.Bu da onun Türk toplumuyla ne kadar içli dışlı olduğunu açıkça gözler önüne koymaktadır.
Barış Manço’nun, halk arasında kullanılan bazı argo terimleri, doğallığı sağlamak açısından eserlerinde kullandığını görebiliriz. Peki argo nedir? Aslında argo başlı başına tartışılabilecek bir konudur.Geniş bir konudur.Argo ile ilgili ana olarak 2 kaynak önerilebilir; bulardan biri, ilk çalışmayı yapan kişi, Ferit DEVELİOĞLU, “Türk argosu” 6. baskı, Aydın Kitabevi 1980 Ankara, diğer çalışmaysa Hulki TUNÇ’un “Büyük Argo Sözlüğü” Afa Yayınları’dır.
Argo bir tanıma göre: “Bir toplumda içe dönük yaşayan, toplumun geri kalan kısmından ayrılmak veya korunmak isteyen grupların dili.” Şeklindedir.Bir diğer tanıma göre ise: “Kaba, küfürlü söz, okul, işyeri, dayanışmayı gerektiren meslek grupları, toplumun öteki kesimlerinden kopuk, kapalı çevrelerinde doğan dil.” Biçimindedir. Bir başka tanıma göre ise: “Sabıkalılar, ayak takımı, toplum tarafından dışlanan, hor görüle kimseler, kendi sınıfları dışındaki insanların anlayamayacağı şifreli, kaba bir dil kullanırlar.Gizliliğin, esprinin, küfürlü söyleyişin hakim olduğu bu dile argo deriz.”(2). Şeklindedir.
Dokuz Eylül Üniversitesi öğretim görevlilerinden Feyyaz SAĞLAM, argo için şöyle söylemektedir: “Argo bir dil değildir. Dilin belirli kesimlerce, belirli amaçlar için özel kullanımıdır. Kimi kaynaklarda argonun bir söz oyunu olduğunu kaydediyorlar.Bu değildir. Argo Türk toplumunda, toplumun tüm kesimi içinde kullanılmaktadır.Herkes argonun içerisindedir.”
Barış Manço’nun eserlerinde ustalıkla kullanılmış olan bazı argo terimler vardır. Bunlar
1) abbas yolcu
aman dikkat belimize
ayrana daldır
bulgura saldır
çaka çaka okumak
diploma hak getire
kendini hıyar gibi hissetmek
kös kös oturmak
mangal yürekli olmak
okumayı sökmek
treni kaçırmak
Ula Mehmet!
Uzunlar yanmıyor hakim bey, kısa yoldan anlatmak gerek.
Barış Manço’nun eserlerinde pek çok deyim kullanılmıştır.Deyimin kısaca tanımını yapacak olursak: “Deyim, asıl anlamlardan uzaklaşarak, yeni kavramlar meydana getiren kalıplaşmış sözlerdir. Bu sözler duygu ve düşüncelerimiz, başka bir söyleyişle, dikkati çekecek bir ifade ile … anlatan isim, sıfat, zarf, basit fiil ve bileşik fiil görünüşlü … gramer şekillerdir.”(6)
“Deyimlerin çoğunda mecazlı bir söyleyiş esastır. Deyimler hüküm bildirmeyen, öğüt vermeyen, bir yargıda bulunup genelleme yapmayan, sadece bir durumu, kişisel özelliği göz önüne seren sözlerdir.”(2)
Barış Manço, doğa güzelliklerini, aşık olduğu sevgilinin unsurlarını, acılarını anlatırken çok güzel benzetmeler yapmış, kelimeleri sıfatlarla süslemiş, bu nedenle ister istemez pek çok değim kullanmıştır. Böylelikle edebi sanatların en güzel örnekleri olan mecaz, teşbih, istiare, kinaye, tariz ve ihamı şarkı sözlerinde uygulamıştır.
Barış Manço’nun eserlerinde deyimler ve deyim hükmünde olan sözler şöyledir:
1) adam olmak
afiyet şeker olsun
ağzının tadının bozulması
al gülüm ver gülüm
alıp başını gitmek
Allah aşkına
Allah’a sığınmak
allanıp pullanmak
alnı açık
altı üstü beş metrelik bez parçası
attan inip eşeğe binmek
ay parçası
bağrı delik olma
bağrı yanı olma
bakmaya kıyamamak
bana mısın dememek
bir baltaya sap olamamak
bir eli yağda ötekisi balda
bir yastıkta kocamak
boyun eğmek
bundan iyisi Şam’da kayısı
can yakmak
çala kaşık saldırmak
çevir kazı yanmasın
çilesi dolmak
darısı başınıza
davulu dengi dengine vurmak
dili sürçmek
dillere düşmek
dili tutulmak
dizini dövmek
ekmek aslanın ağzında
el pençe divan durmak
geçmiş olsun
gözü başkasını görmemek
gözü olma
gözü tok
Hanya’yı Konya’yı anlamak
ibret-i alem olmak
kana kana içmek
kapısına yüz sürmek
kara yazı
kulak vermek
kuş uçmaz kervan geçmez
lak lak etmek
laf dinlemek
mercimeği fırına vermek
muhallebi yerken dişi kırılmak
namusuna yan gözle bakmak
nazar değmek
ocak yakmak
oyuna getirmek
ölmek var dönmek yok
ölüm Allah’ın emri
ömür tüketmek
pınar başı
pilav üstüne keşkül
rahmetlik olmak
rezil olmak
sabrını taşırmak
saldım çayıra Mevla’m kayıra
Sarı Çizmeli Mehmet Ağa
sözüm meclisten dışarı
söz vermek
su üstüne yazı yazmak
şarkı düzmek
şifayı kapmak
tamamına ermek
tepeden tırnağa
toprak olmak
uçsuz bucaksız
uğrunda yanmak
üç günlük dünya
üç kuruşluk mal
vadesi gelmek
yan gelip yatmak
yolunu beklemek
yüz sürmek
zayıfları ezmek
zemzem suyuyla yıkanmak
Barış Manço’nun eserlerinde atasözlerini de sıkça görebiliriz. Söylediğim gibi, Barış Manço, Türk kültürünü özümsemiş biri olarak, Türk kültürünün zenginliğini yaşamının her alanına yansıtmıştır ve Türk dilinin en güzel örnekleri olan atasözlerine de hak ettiği değeri göstermiştir.
Barış Manço, bu dünyaya bir şarkıcı olarak değil, düşüncelerini, doğru bildiklerini insanlara aktarmaya çalışan, topluma hizmet vermeyi amaç edinen bir sanatçı olarak geldiğini söyler. Dolayısıyla bunu yaparken de eserlerinde en etkili araç olan atasözlerini kullanmıştır.
Peki atasözü nedir? Şöyle ki: “Bizim, gelenekle yerleşmiş bir atalar sözü anlayışımız vardır.Bu anlayışa göre atasözleri ulusal varlılardır.Tanrı ve peygamber sözleri gibi ruha işleyen bir etki taşırlar. İnandırıcı ve kutsaldırlar… Atasözleri, geniş halk yığınlarının yüzyıllar boyunca geçirdikleri denemelerden ve bunlara dayanan düşüncelerden doğmuşlardır. Ulusun ortak düşünce, kanış ve tutumunu belirtir, bize yol gösterirler. Bir atasözüyle belgelendirilen tutumun doğruluğu herkesçe kabul edilir.Anlaşmazlıklarda bir atasözü en büyük yargıçtır.”(7)
Barış Manço’nun eserlerinde atasözleri:
1) Açtırma kutuyu, söyletme kötüyü.
Altın çöpe düşse değerini kaybetmez.
Armudun iyisini ayılar yerler
Arpa buğday yan yana, orak istemez.
Aşkın gözü kördür.
Ateş düştüğü yeri yakar.
Ayrılık geldi başa, katlanmak gerek
Babası oğluna bir bağ bırakmış; oğl babasına bir salkım bırakmamış
Beceriksiz kişi düz ovada yolunu şaşırır.
Beş parmağın beşi de bir değil.
Bir çiçekle bahar olmaz.
Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır.
Boşa koydum dolmadı, doluya koydum almadı.
Böyle gelmiş, böyle gidecek.
Bundan iyisi Şan’da kayısı.
Bu yolda ölmek var, dönmek yok.
Çivi çiviyi söker.
Davul bile dengi dengine çalar.
Doğru söyleyeni, dokuz köyden kovarlar.
Evdeki hesap, çarşıya uymaz.
Gönül ferman dinlemez.
Gün olur devran döner.
Halep oradaysa, arşın burada.
İğneyi kendine, çuvaldızı başkasına batır.
İp, inceldiği yerden kopar.
Kara haber tez duyulur.
Kaz gelen yerden tavuk esirgenmez
Keskin sirke küpüne zarar.
Kızını dövmeyen dizini döver.
Kitabına uyduran, kervanı yükleyip yüksek dağlardan aşırır.
Komşunun tavuğu, komşuya kaz görünür.
Korkunun ecele faydası yok.
Küp suyunu çeker azar azar.
Lafla peynir gemisi yürümez.
Meyveli ağacı taşlarlar.
Ne köy olur senden ne kasaba.
Sabreden derviş, muradına ermiş.
Sabrın sonu selamettir.
Saldım çayıra, Mevla’m kayıra.
Silahla mertlik olmaz.
Soğuktan donanı buzla ovarlar.
Sona kalan dona kalır.
Söz gümüşse sükut altındır.
Tenekeyi parlatsan çeyrek altın etmez.
Usta terzi dar kumaştan bol gömlek diker.
Üzümünü ye bağını sorma.
Yiğit başından Ali eksik olmaz.
Yuvayı dişi kuş yapar.

Şeklinde geçmektedir.



NOT: Bu güzel yazıyı yazan yazar arkadaşımız bana birkaç yıl evvel bu yazıyı kendi elleriyle yollayıp web sitemde yayınlamamı istemişti. Fakat web sitemin kapasitesi dar olduğu için yazıyı yayınlayamamıştım. Şimdi yayınlıyorum, fakat bu yazıyı bana kimin yolladığını unuttum. Eğer kendisi bu yazıya rastlarsa lütfen bana adını hatırlatırsa ve kusura bakmazsa sevinirim. Kusura bakma, hem adını unuttum, hem de yazını geç yayınladım. :(

0 Comments:

Post a Comment

<< Home