Neo-Liberal Institutionalism
1980’lerde pluralizm, neo-liberal institutionalism’e dönüşmüştür. Eski yaftanın en önemli sorunlarından biri bu akında çok az düşünürün gerçek anlamda kendini gösterebilmesiydi. Buna karşın, liberal institutionalism, bu alandaki bazı profilik ve sözü geçen düşünürleri cezbetti ve Kuzey Amerika’daki Uluslararası İlişkiler okullarının yeni ortodoks kilit noktası oldu. Çağdaş liberal institutionalism’in üzerindeki yüksek dereceli kimliğe ek olarak, eski pluralizme ikinci önemli değişiklik, liberal institutionalismin gündeme göre ayarlanmasıydı. Üçüncü ve belki de pluralizme yapılan en önemli değişiklik, bu akımın dünya politikasına yaklaştırılmasıdır.
Peki neo-liberal institutionalism’in özellikleri nelerdir? Bunları 4 tane öz prensipe ayırabiliriz.
ACTOR (AKTÖR): Liberal institutionalistler devleti, toplumun meşru temsili olarak kabul ederler. Bununla birlikte, eski dönem Pluralist çalışmasında devlet dışı aktörlerin önemini vurgulayan Robert Keohane’nin anlayışı neo-liberal institutionalism’inin devlet dışı aktörlerinin ikincil planda olduğunu kabul etmesidir.
STRUCTURE (YAPI): Liberaller, uluslararası sistemde anarşinin yapısal durumunu açıkça kabul ederler. Ama kesin olan birşey var ki, o da anarşinin uluslararası rejimlerin varlığında gösterdiği gibi, devletlerarası işbirliğinin imkansız olduğu anlamına gelmeyeceğidir. Özetle, rejimler ve uluslararası kuruluşlar, anarşiyi, tahkik değerleri azaltarak, karşılıklı ilişkileri kuvvetlendirerek ve normlardaki kusurları kolayca silerek hafifletebilirler.
PROCESS (YÖNTEM): Bölgesel ve global seviyedeki integrasyon büyümektedir. İşte burada, Avrupa Birliği’nin gelecekteki yönü, neo-liberal institutionalism için esaslı test hususu olmak için incelenebilir.
MOTIVATION (MOTİVASYON): Karşı devlet, bu interaksiyondan daha fazla kazanacak olsa da, devletler ilişkilerinde işbirliği yapacaklardır. Diğer bir deyişle, liberal institutionalist’lere göre kesin kazançlar, neo-realistlerin önem verdikleri bağlı kazançlardan daha önemlidir.
Axelrod, Keohane, Nye gibi başlıca neo-liberal institutionalistler, Kenneth Waltz’un neo-realism hakkında 1979 yılında yaptığı “Uluslararası Politika Teorisi” çalışmasına cevap olarak düşüncelerini geliştirmişlerdir. Bundan başka, mainstream’in içinden gelen bu cevap, 1980’lerde başlayan radikal kritik teoriye karşı gelişlere engel olur. Verilen bu münasebette, neo-liberal institutionalism’in uluslararası ilişkiler hakkındaki geleneksel liberal düşünceden çok çağdaş realisme yakın olmasına şaşırmamak gerek.
Neo-idealismin analizinin gösterdiği gibi, radikal liberaller devleti yokmuş gibi kabul ederler. Kanun, devletin haktan sahip olduğu birşey değildir, ama insanca yöneten hükümet ve demokratik prosedürler için harcanması gereken birşeydir. Bundan başka, Mitrany ve Haas gibi erken dönem liberal institutionalistleri bu arzulara sahip olsalar da, düzen ve adaletin liberal amaçlarını devletin verip vermediği hakkında şüpheciydiler. Bunlar bir yönde birbirleriyle birleşiyorlar. O da güçlü bir döneme geçmek için, gücün yerel hükümete, bölgeselliğe indirgenmesi, ya da üst-devlet organizasyonlarına, dünya hükümetine çıkartılmasıdır.
Neo-liberal institutionalism’in Complacent (kendini beğenmiş) statism ve eski dönem liberal institutionalistler tarafından gösterilen, devlete karşı şüphecilik arasındaki farklılaşmadan başka, neo-liberal institutionalism ve liberal düşüncenin diğer iki elementi arasında çok önemli olan başka bir demarkasyon vardır. Liberal institutionalism ve idealismin ikisi de açıkça, tüm bunlardan daha kritik ve çağdaş neo-liberal institutionalismden daha politikti. Bu görüş, “Harvard School” adlı kritiği ile David Long tarafından yapılmıştı. Buna göre Keohane’nin neo-liberal institutionalism görüşünde, hürriyet, ekonomik değişkenlere odaklanan bireylerin refahı, yararlı söylevleri kullanmak, liberal ekonominin teorileri ve devletleri uluslararası ilişkilerin gündemi yapmak çok önemlidir.
Bu savunmada, Keohane ticaretin barış doğurduğunu düşünen klasik liberal institutionalistlerin adilce kritiğini yapıyor. Keohane’e göre, özgür bir ticaret sistemi, işbirliğini kamçılar ama bunu garantilemez.
Burada o, işbirliği ve harmoni arasında önemli bir karşılaştırma yapıyor. Keohane, bu konu hakkında “İşbirliği otomatik değildir ama plan ve müzakere ister” der. Bu noktada biz, inter-war idealistler ve neo-liberal institutionalism arasında ilginç bir kaplanma görüyoruz. Ancak, gerçek şudur ki, her iki görüş de işbirliğini, bireylerin ve kuruluşların, doğal düzenin bir parçası olmaya engel olan elbirliği olarak görür, ancak bu bizi, hüviyetlerin şeklini değiştirmekten ziyade menfaatleri yoluna koymanın doğru olduğunu düşünen neo-idealistler gibi çıkmaza sokmamalıdır.
KAYNAK: Timothy Dunne, Liberalism, The Globalization of World Politics, Oxford, Edited by John Baylis and Steve Smith, pg. 158-159
ÇEVİREN: Turgay Suat Tarcan (14 Aralık 2003 Pazar)
SUNAN: Turgay Suat Tarcan (Theory of International Relations/Mensur Akgün, 15 Aralık 2003 Pazartesi, İstanbul Kültür Üniversitesi)
0 Comments:
Post a Comment
<< Home