TST Interactive

Thursday, March 23, 2006

2004 yılında ilk kez bir Rock'n Coke'a gittim... Özlem Tekin ve Athena ile fotoğraf çektirmeyi ihmal etmedim!

21 AĞUSTOS 2004 CUMARTESİ: Bugün heyecanla beklediğim bir festivale tanıklık edecektim. İlk kez bu kadar büyük bir festivale katılacaktım. Annemle babam Saros’a giderken ben sırf bu festival için İstanbul’da kalacaktım ve buna pişman da olmayacaktım. Tam tersine, iyi de yapmışım. Böyle şeyler hayatta bir kere yaşanır. Hatta o kadar hoşnut kaldım ki “Neden geçen senekine gitmedim?” diye pişman oldum. Seneye de gitmeyi planlıyorum. İşte iki gün süren bu festivalin adı: Rock’n Coke… Hayatımın en güzel zamanlarından biriydi. Hayal edemeyeceğim veya ancak rüyamda görebileceğim şeyler yaşadım.
Festival Hezarfen Havaalanı’ndaydı. Yani uzak sayılırdı. Fakat bunun çaresini de düşünmüşlerdi. Sırf Rock’n Coke alanına gitmek için İETT otobüsleri görevliydi. Bu otobüslerin kalkış bölgelerinden biri de Bakırköy Özgürlük Meydanı yanı idi. Yani bu durak bana çok yakındı. Çantamı hazırladım. İçine ihtiyacım olan bütün şeyleri koydum ve bir minibüse atlayıp Bakırköy’e doğru gittim. Bakırköy’e varınca Somun Fırını’ndan aldığım kahvaltılık puaça türlerimi yedim. Yanıma yavru bir kedi geldi. Ben de pizza puaçasının sosislerinin yarısını ona verdim. Zaten bana fazla gelecekti. Ne olur ne olmaz diye epey açma, puaça almıştım.
İlk İETT servisi 11:00’daydı. Diğer gençler gibi ben de Rock’n Coke otobüsü sırasına girdim. Hemen ilk otobüse atladım. Çok ilginç tipli gençler de vardı, sıradan gençler vardı. Bu arada otobüste sırf 50 Cent için festivale gelen Merve ve arkadaşıyla da karşılaştım. İyi ki karşılaşmışız, çünkü festival alanına gittiğimizde nüfus cüzdanları olmadığı için benim sayemde girdiler. “Büyüğümüz var” dediler, ben de “Evet, birlikteyiz.” dedim. Onları iki gün boyunca ara sıra görecektim. Yalnız girişte yeni aldığım ve pak kullanmadığım deodorantıma el koydular. Bu biraz moralimi bozmadı değil.
Saat 12:00 gibi oraya varmıştık. Ben kendimi festival alanını gezerken buldum. Gerçekten isteğim dışında oldu bu… Çünkü beklentimden daha renkli, daha ilginç, daha güzel, daha samimi bir ortamdı bu… Ne ararsanız vardı. Her türlü şey bulabileceğiniz yiyecek-içecek alanları, tuvaletler, standlar (biri de bizim Smart standı, hatta ara sıra benim gibi stajyer arkadaşlar Deniz, Ahmet, Andreas ve Oktay’la takılacaktım bu iki gün içerisinde), lunapark, her türlü giyecek-askesuar-malzeme bulabileceğiniz Çarşı, gazete-dergi alabileceğiniz yerler, cesursanız yararlanabileceğiniz aktivite alanları, kuaför, internet cafeler, sağlık merkezleri, dinlenme alanları ve daha neler neler… Hakikaten dedikleri gibi modern bir kültür-sanat kasabası gibi olmuştu burası… Çünkü Rock’n Coke Türkiye’nin en büyük açık hava festivaliydi. Her tip insanı bir arada görebilirdiniz.
İlk konser Kargo’nunkiydi ve saat 13:00’daydı. Konserler başlamadan evvel bir şeyler yemenin iyi olacağını düşündüm. İlk gözüme çarpan yer Domino’s Pizza’ydı. Hemen özel Rock’n Coke menüsünden ısmarladım. Ama o da ne? “Burada para geçmiyor. Card Rock almalısınız. Hemen yanda Akbank şubesi var. Oradan alabilirsiniz.” demezler mi? Demek ki ondan “Resmi para yine Card Rock” diyorlardı kitapçıkta. İlk festivale gitmemiştim ki bileyim, değil mi? Neyse, ben de form doldurdum ve kartımı aldım. Sonra da pizzamı yedim. T-shirt’ümü çıkarmayı ihmal etmedim. Çünkü çok sıcaktı. Güneşin altında saatlerce kalacaktım. O yüzden üzerimi çıkartıp güneş yağı sürdüm. Sonra bir yerden su aldım yanımda bulunması için… Kapağını aldılar ve suyu verdiler. “Kapağı da verir misiniz?” dedim. “Güvenlik nedeniyle veremiyoruz” dediler. Böyle saçmalık olur mu? Ben zaten susamamıştım ki… Yanıma almıştım. Buz gibi suyu bitirmek zorunda kaldım ben de… Ayrıca garipliklerden diğer bir tanesi de ayranın her yerde yasak olmasıydı. Neyse “Gülü seven dikenine katlanır” diyerek ana sahneye doğru yol aldım. Bebekliğimde kullandığım asker yeşili pikemi yere serip üzerine oturdum. Evet, tam 13:00’da Ayça Şen ve Hakan Tamar sahneye geldi ve ilk sunuşlarını yapıp Kargo’yu sahneye çağırdılar.

KARGO: Gerçekten açılışı yapmak için çok iyi bir gruptu. Tüm albümlerini takip ettiğim gruplardan biri olduğu için performanslarını çok beğendim. Özellikle de Şebnem Ferah düeti “Kalamış Parkı” (Şebo olmadığı için aynı tadı alamadım ama yine de güzel bir performanstı), “Şairin Elinde” ve Kargo’yla ilk tanıştığım şarkıları “Yüzleşme”de büyük keyif aldım. Gerek sıcaktan, gerekse böyle büyük bir festivale yabancı olmamdan dolayı sürekli oturdum “Daha çok sürecek. Yorulmayayım” diye… Ama ara sıra gaza gelince kalktım tabii ki de… “Boğaziçi” adlı harikulade şarkılarıya konsere başlayan Koray Candemir, Serkan Çeliköz, Selim ve Burak’tan oluşan grup; “Ateş ve Su”, “Dur Gelir Bir An”, “Fani Dünya”, “Şairin Elinde”, “Kalamış Parkı”, “Yıllar Sonra”, “Yüzleşme” gibi şarkılarla devam ettiler. Konserine gitmek istediğim ama daha önce hiç izlemediğim Türkçe rock gruplarından bir tanesiydi.
KURBAN: Kurban’ı çok değil, 24 Temmuz’da Pink’in konserinde izlemiştim. Bu kadar kısa bir süre tekrar izlemek güzel bir duyguydu. Deniz Yılmaz, Burak Gürpınar, Kerem Tüzün ve Özgür Kankaynar’dan oluşan Kurban yine benzer bir playlist ile konser verdi. “Yalan”, “Sarı Çizmeli Mehmet Ağa”, “Yosma” gibi birçok şarkılarını çaldılar. Yine güzel bir performans sergilediler.
ATHENA: Bundan birkaç yıl evvel izlediğim Athena’yı özlemiş olmalıyım ki sahne önüne geldim. Gökhan-Hakan Özoğuz kardeşler hep vardı grupta ama o zamanlar Ozan Musluoğlu, Doğaç Titiz yerine adaşım Turgay Gülaydın ve Ozan Karaçuha vardı. Yani yarısı değişti Athena’nın… O zamanlardan bu zamana köprünün altından çok sular aktı. Athena artık daha büyük bir grup. Hatta bu konserde de söyledikleri “For Real” ile Eurovision’da 4. olacak kadar… “Bak Takılmana” ile başlayan Athena, “Öpücük”, “Easy Man”, “For Real”, “D.İ.H.O.”, “Sen de Yap”, İlhan Erşahin’in eşlik ettiği “Skalonga”, “Rüya” gibi şarkılarla devam etti. En çok coşturan gruplardan bir tanesiydiler. Çok ilginç ve komik sayılabilecek bir olaya da tanıklık ettim. Sahneye bembeyaz gelip atletini çıkartan Gökhan, konser sonundan sahneden kıpkırmızı indi.
SLY&ROBBIE TAXIGANG featuring BUNNY RUGS: Sadece ilk şarkılarını izlediğim için pek yorum yapamayacağım. Ama şunu söyleyebilirim, Athena’nın arkasından çıkmış olmalarından dolayı olsa gerek bu Jamaika’lı reggae grubundan sıkılıp alternatif sahneye kaçtım.
HAKAN KURŞUN: Çünkü alternatif sahnede Hakan Kurşun vardı. Şunu söyleyebilirim, ana sahne varken elektronik müzikten de hoşlanmama rağmen alternatif sahneye sadece Hakan Kurşun için geldim. Tabii ki ana sahne konserleri aralarında alternatif sahneye uğramadım değil. Ama sadece önünden geçerken bir uğrayıp sonra başka bir yere gitmek gibi oldu. Bu iki gün boyunca ünlü DJ’lerden sadece Asher Selector, bayan DJ olmasından dolayı ilgimi çekip bür süre dinlediğim Jojo de Freq ve adını hatırlamadığım zenci bir adamı gördüm. Hakan Kurşun’a gelince… Teknik sorunlardan dolayı yarım saat geç çıkmak zorunda kalan Hakan Kurşun’un performansı inanılmazdı. En önden izlediğim bu performanstan sonra “Hakan Kurşun tam ana sahnelikmiş. Aslında Sly grubu ile yer değiştirselermiş” diye düşündüm. Adam sürekli refleks halinde tekme hareketi yapıyordu. Hatta ilk şarkısı henüz başlamışken yaptığı ilk tekme hareketi mikrofona denk geldi. Bu olay tam bir rock konseri havası kattı ve seyircilerden olumlu tepki gördü. Hakan da “Waaoow!” dedi kendine… En çok da en sevdiğim Hakan Kurşun şarkısı olan “Boğazın Üstünde”den büyük bir keyif aldım.
ERKİN KORAY: Daha sonra ana sahneye geri döndüm. Çünkü Türkçe rock müziğin usta ismi Erkin Koray 15 yıl aradan sonra ilk kez sahne alacaktı. Dolayısıyla da “rock’ın babası” lakaplı efsanenin konserine ilk gidişimdi bu… Barış Manço gitti, Cem Karaca gitti, o gitti, bu gitti, geriye Erkin Koray kaldı. O yaşarken bir konserine gitmek büyük ayrıcalıktı. Allah daha uzun ömür versin tabii ki de… “Akrebin Gözleri” adlı şarkısıyla konserine giriş yapan Erkin Baba; “Çöpçüler”, “Ankara Havası”, “Arap Saçı”, “Fesüphanallah”, “Yalnızlar Rıhtımı” gibi diğer klasikleşmiş şarkılarıyla devam etti. Bir görseydiniz, oryantal ezgili “Fesüphanallah” ve ikinci kez istenip çalınan “Arap Saçı”nda ortalık düğün yerine dönmüştü. Pogo yapanlar, zıplayanlar, kafa sallayanlar gitmiş; yerine göbek atan, kıvırtan insanlar gelmişti. Festivalin en renkli zamanlarından bir tanesiydi.
ASH: Evet, sahne alan ilk yabancı rock grubu Tim Wheeler, Charlotte Hatherley, Mark Hamilton ve Rick “Rock” Mc Murray’den oluşan İrlanda’lı grup Ash’ti. Ben grubu tanıyordum ama Türkiye’de bu kadar tuttuğunu bilmiyordum açıkçası. “Girl From Mars”, “Burn Baby Burn” adlı hitler çaldıkları şarkılardan sadece birkaç tanesiydi.
MFÖ: Mazhar Alanson, Fuat Güner ve Özkan Uğur’dan oluşan efsanevi grup Mazhar-Fuat-Özkan grubu yıllardır konserini izlemek istediğim Türk rock gruplarından en önemlisiydi. İşte bugün bu hayalime de kavuştum. Konseri tamamen ayakta izledim. İlk şarkı “Mazaretim Var” idi ama Mazhar Alanson yerine Iggy Pop sahneye çıkmıştı. Hayır, bu Iggy Pop değildi. Onun kılığına girmiş olan Mazhar’ın ta kendisiydi. Karışık duygular içerisine girdim. “Mecburen” ile çocukluk yıllarıma döndüm, “Bazen” ve o mükemmel gitar girişi beni de herkes gibi kalbimden yakaladı, “Yalnızlık Ömür Boyu” herkese duygulu anlar yaşattı, Cem Yılmaz’ın yetişemediği “Psikopat” herkese göbek attırdı. “Ele güne karşı”, “Sude”, “Bu Sabah Yağmur Var İstanbul’da”, “Ah Bu Ben”, “Yandım”, “Benim Hala Umudum Var” gibi başka klasiklerini de söylediler.
IGGY&THE STOOGES: 60’lı yıllardan kalma Miami’li bu grubun performansı beni şoke etti. Ancak VH1’ın nostalji programlarında izlediğim ilk çılgın heavy metal konserlerinden birini canlı olarak yaşayabileceğim hiç aklıma gelmezdi. Ayrıca o ne performanstı öyle? 57 yaşındaki Iggy Pop ordan oraya koşuşturuyor, sürekli ağza alınmayacak küfürler yapıyor, mikrofonla sex show yapıyor, amfinin üzerine çıkıp stipriz yapıyor, poposunun gözükmesini hiç iplemiyordu; kısacası gerçek bir punk rock konseri yaşattı bize… Yani bu adam zamanında David Bowie, Jim Morrisson, Mick Jagger ile rakip olmuş bir adam… Hala o enerjiyi, bağırabilecek o sesi nereden buluyor, hayret ettik. “I Wanna Be Your Dog”, “No Fun” gibi klasikleri çaldı. Bu arada sonradan öğrendiğime göre Iggy’yi sürekli çekerek Iggy’nin de dikkatini çeken kameraman meğer Fatih Akın’mış ve konserden sonra Iggy Pop ve Mahzar Alanson epey kavga etmişler.
SPIRITUALIZED: Liderinin Jason Pierce olduğu bu İngiliz grubun sadece ilk şarkısını izledim. Daha sonra servislerden birine binip eve dönüp uyudum. Çünkü eminim bu konserden sonra acayip bir servis sırası olacaktı ve yarınki konser maratonu için dinlenip hazır olmam lazımdı.

22 AĞUSTOS 2004 PAZAR: Bu sabah yine 11:00 Rock’n Coke otobüsü için Bakırköy durağına gittim, fakat orada görevli İ.E.T.T. servisi olduğu halde içeri almadılar. Görevli çocuk “Başka bir otobüs geliyor. İçinde fazla insan olmadığı için iki partiyi birleştiriyoruz” dedi. “Hemen gelecek” dedi ama 11:30’da geldi. Üstelik başını benim çektiğim kuyruk epey uzamıştı. Halbuki orda boş boş duran otobüsün içine önce bizi alsalarmış, 11:30’dakine sonra gelenleri koysalarmış ya salaklar… Neyse ki benimle aynı vakitlerde gelen Asuman diye bir kızla tanıştım. Onunla sohbet ederek vakit geçti. O da sırf The Rasmus için sadece Pazar günü için bilet almış ama Dream TV’de Cumartesi gününü canlı olarak izleyince pişman olmuş “Neden kombine bilet almadım?” diye… Neyse, 12:30 gibi oraya vardık. Bu sefer öğle yemeğimi MC Donald’s’ta yiyecektim ama daha sonra. Akşam yemeği olarak ise yine dün akşamki gibi Simit Dünyası’nda yiyecektim hafif olsun diye… Yine Coca Cola, su, Fanta gibi bol bol sıvı içecekler alacaktım. Ama kapaklarım vardı bu sefer… Dün kolalara göre vardı ama Turkuaz suya göre yoktu, o da oldu. Kapakları yine atıyorlardı ama ben çantamdan çıkarıp kapıyordum, sonra ihtiyacım olunca içiyordum.
Bugün Blue Jean yazarı olmasının yanı sıra, “Düşler, Kabuslar ve Gelecek Masalları” ve “Hayalet Kitap” adlarında iki kitabı olan, aynı zamanda Türkiye’nin gerçek anlamda ilk korku filmi olan “Okul” filminin senaristi olan Doğu Yücel ile Pink konserindeki karşılaştım ama bu sefer konuşacak bir ortam oluşmuştu. “Merhaba Doğu Abi” dedim. Tokalaştık, bana baktı ama beni çıkartamadı. “Ben TST, yani Turgay” deyince hemen tanıdı. Sanal alemde sürekli e-mailleşip chat yaptığımızdan dolayı beni tanıyordu. “Aaa, Turgay Tarcan mısın?” diye tanıdı hemen… Yanındaki arkadaşına “Bak bu kaç yıllık Blue Jean okuru. Kendisi Michael Jackson fanatiğidir” diye tanıttı beni… “Evet, hatta şu lunaparktaki balerinin arkasındaki Michael Jackson resmiyle fotoğraf çektirdim demin” dedim. Dün henüz bandanam terden mahvolmamışken (daha sonra çarşıdan mavi bir South Park şapkası almıştım, bugün de onu kullandım) Yüce adındaki bir Foto Port fotoğrafçısı tek başıma otururken fotoğrafımı çekmişti. Fotoğraf çekilmek bedavaydı. Bugün onlardan çok yararlanacaktım. İlk yararlanmam da Foto Port’tan Ali’ye bu fotoğrafı çektirmemdi. Neyse, Doğu Yücel’e geri dönelim. “Blue Jean’deki herkes seni çok merak ediyor.” dedi. Ben sürekli Blue Jean standına baktığımı ama kimseyi göremediğimi söyledim. Meğer onlar Coca Cola’nın basın çadırındaymış. Doğu “Basın çadırına git. Herkes orada. Herkes seni merak ediyor. Herkes seni tanıyor. Bak Ayhan Abayhan filan orda. Git konuş. Ara sıra bizi ziyaret et” dedi. Kendisinin kamikazeye bineceğini söyledi. Yanına birini arıyordu. Ama o arkadaşının da gözü yemedi, benim de gözüm yemedi. Zaten daha sonra öğrendiğime göre Doğu Yücel üç saat kendine gelememiş. Neyse, basın çadırına gittim. Ama basın kartım olmadığı için içeri almadılar. “Bakın, Blue Jean’dekiler kendileri beni çağırdı” dedim, ama dinletemedim. Öyle kaldı. Bir daha da Blue Jean’den kimseyi göremedim. Neyse, bugünkü konserlere geçelim.

REBEL MOVES: İlk konser verecek olan grup Rebel Moves’tu. Grubun adını duymuştum, fakat şarkılarını hiç duymadığımı sanıyordum. “Underground herhalde” diye düşünüyordum. Pek de önemsemiyordum. Ama o da ne? Onların şarkılarını biliyormuşum meğer. Ben bu şarkıları Afrika’lı bir grup söylüyor sanıyordum her duyduğumda… Meğer Türklermiş. “Cantare iya kantare aci kantare” gibi bazı sözleri de kafadan atıyorlarmış. Çok eğlenceliydi. Kendimi sahne önünde ritm tutarken buldum.
ÖZLEM TEKİN: Bir Özlem Tekin fanatiği sayılmama rağmen daha önce hiç Özlem Tekin konserine gitme şansım olmamıştı. Hep fırsat kolluyordum, olmuyordu. Rock’n Coke’a gelmemin en büyük nedenlerinden biri de Özlem Tekin’di. O yüzden Rebel Moves biter bitmez sahne önüne daha çok yaklaşıp kendime yer tuttum. Konser vakti gelince Kiss grubu gibi makyajlı bir grup geldi. Meğer bu grubun ismi O.Z.Z.’muş ve Özlem Tekin’le ortak bir projeleri varmış. Zaten konser esnasında Özlem Tekin “Arkadaşlar, yanlış konsere geldiniz. Bu bir Özlem Tekin konseri değil, O.Z.Z. diye bir grubun konseri” diyecekti. Neyse, gruba bakılacak olursa Özlem Tekin de ilginç bir imajla gelecek gibiydi. Zaten her klibinde değişik bir imaja bürünen Özlem, tam da tahmin ettiğim gibi yine değişik ve sıra dışı gelmişti. Maskesi ve peleriniyle epey karizmatik görünüyordu. Konserin ortalarında seyirciler “Seni görmek istiyoruz, maskeni çıkart” deyince Özlem maskesini çığlıklar eşliğinde çıkardı, zaten bu konserin aslında O.Z.Z. konseri olmadığını bu olay üzerine söyledi. Özlem Tekin röportajlarında “Albümlerim poptan hip-hop’a kadar uzanıyor ama konserlerim epey hard rock oluyor” dediği için epey meraklanıyordum ve hakikaten dediği gibiydi. Hatta beklediğimden de sertti. Bazı şarkıları sözleri başlayana kadar tanıyamıyorduk bile… Tüm şarkılarını hard rock olarak söyledi. Ayrıca epey samimi bir konserdi. Bir de seyirciler her gruba veya sanatçıya yaptıkları gibi Özlem su içerken “Suuuuu! Suuuuu!” diye yalvarmaya başladılar. Özlem diğerlerinin yaptığı gibi seyircileri sulamak yerine suyu yere döktü ve cadı gülüşü yaptı. Bu hareketi beni epey güldürdü ve “Karaoğlan” dizisindeki rolü aklıma geldi. İşte Özlem Tekin farkı buydu… He he…
WAX POETIC: Dün Athena sahnedeyken gelen İlhan Erşahin’in kurduğu New York’lu grup tam kadro sahneye geldi. Sesi çok güzel olan Marla Turner’ın solistliğini yaptığı gruba bir ara Athena da gelip eşlik etti. Norah Jones bile bu gruba solistlik yapmış, düşünün yani… Konserin bir bölümünü sahnenin en önünde, diğer bölümünü ise oturarak izledim. Ama oturmak için çok güzel yerler bulduğum için sahneyi yine iyi gördüm. Artık konserler insanlar için sıradan, gündelik bir olaydı. Keşke böyle yaşasak…
Bu arada sürekli Ayça Şen ve Hakan Tamar sürekli duyurular yapıyorlardı. “Başınızı güneşten koruyun. Bol bol sıvı tüketin ama bira değil. Ayhan Işık olmayın. Revire sürekli bayılanlar geliyor” diye… Ama millet takmıyordu. Hala başları açık, ellerinde bira öyle minderde kendilerinden geçmiş sazanlar vardı. Ben bu tip bayılma, fenalaşma olayları olacağını bu tip insanları gördükten sonra daha dün tahmin etmiştim.
3 COLORS RED: Wax Poetic’ten sonra 3 Colors Red sahneye çıktı. Türü metal olan bu grup da iyiydi. Ayrıca bu grup sahnedeyken çok güzel bir şey oldu. Önce sahnenin yanında Athena’dan Hakan’ı gördüm. Yakınlarda Murat adındaki bir FotoPort fotoğrafçısı vardı. Hemen onu çağırdım ve Hakan’la birkaç poz fotoğraf çektirdim. “Hakan buradaysa Gökhan da buralarda biryerlerdedir.” diye etrafı gezdim ve Gökhan’ı Coca Cola standının önünde buldum. “Merhaba” dedim. O da “Merhaba” diye karşılık verdi. Fotoğraf makinası olanlar onunla fotoğraf çektiriyorlardı. Ama benim fotoğraf makinem yoktu. Hemen FotoPort standını bulup oradan Ayhan diye bir fotoğrafçı buldum ve çağırdım. Gökhan fotoğraf çektirmelerden bıkmış, merdivenlerden çıkmak üzereydi. Ben onu durdurup “Birlikte fotoğraf çektirebilir miyiz?” diye sordum. Ben o bölümde ona ilk “Merhaba” diyen kişi olduğumdan dolayı bana torpil yapıp “Peki hemen çektirelim” dedi. Gerçi hemen hemen aynı boyda olmamıza rağmen (hatta ben ondan 1 cm gibi uzunum galiba) o merdiven basamağında durduğu için benden uzun boylu gibi gözüktü ama olsun. Onunla fotoğraf çektirmekten dolayı çok mutlu oldum. Çok sempatik biri ayrıca… “Küçük dünyaları ben yarattım” havasında değil.
DEUS: Konserlerinde “Roses” gibi hitlerini çalan Tom Barman liderliğindeki Belçikalı grup deUS’u izlerken bir de ne göreyim? Önümden sevgilisiyle Özlem Tekin geçmez mi?
Hemen ajan gibi onları izledim. Alternatif sahneye gittiler. Yerlerini tespit eder etmez hemen FotoPort standına gittim. Bu sefer Mahmut diye bir fotoğrafçı imdadıma koştu. Herhalde isimlerini nereden bildiğimi merak ediyorsunuzdur, bana verdikleri kartlarda yazıyor. Bu 6 fotoğrafçıdan tek fotoğraf çektirmediğim kişiyi bile söyleyebilirim: İhsan… Neyse, koşarak alternatif sahneye gittik. Özlem Tekin bar bölümündeydi. Heyecandan kekeleyerek “Merhaba. Ben sizin fanatiğinizim de… Bir fotoğraf çektirebilir miyiz?” diye sordum. Çok rahat biri… Yani yanında kendinizi rahat hissediyorsunuz. Hiç üşenmeden hemen poz vermeye başladı, 4 tane fotoğraf çekildik. Ama ben epey kasıldım heyecandan… Sanki ünlü olan benim (tabii kasıntı olan ünlüleri kastediyorum) fan olan ise o… Teşekkür ettim ve fotoğrafçıyla birlikte FotoPort standına gittik. Hemen yükledi fotoğrafları… Bilgisayardan baktım. Güzel çıkmış fotoğraflar… Kendi e-mailime bir Hakan’lı, bir Gökhan’lı, bir Özlem’li fotoğraf yolladım ama bağlantı koptu. Çarşamba günü web sitelerinden de alabileceğimi öğrenince rahatladım ve teşekkür edip ana sahneye döndüm. Çarşıda yine Özlem Tekin’le karşılaştım. Konuşacaktım ama cesaret edemedim. Müzik marketten “Bir de imzası olsun bari” diyerek albümünü istedim imzalatmak için ama bir onun albümü yoktu sahne alan sanatçılardan… Ayıpladım, boşverdim. Yanında sevgilisi olduğu için de tekrar konuşmaya çekindim ama fotoğrafımız oldu ya, önemli olan da o… Hala inanamıyorum Athena ve Özlem Tekin ile fotoğrafım olduğuna… Hiç ihtimal vermiyordum. Bu arada Özlem Tekin’le fotoğraf çektirdikten hemen sonra bizim sınıftan Aslı ile karşılaşmıştım. Ayak üstü sohbet ettik, Özlem Tekin’le fotoğraf çektirdiğimi söyledim, benim adıma sevindiğini söyledi. Zaten işte Rock’n Coke böyle bir ortamdı. Bazen ünlülerle, bazen tanıdıklarla karşılaşabiliyordunuz. Aslı haricinde liseden falan sima olarak tanıdığım insanları gördüm ama samimi olmadığımız için selam vermedim.
FUN LOVIN’ CRIMINALS: Basta Fast, davulda Steve, vokal-gitarda Huey’den oluşan New York’lu üçlü Fun Lovin’ Criminals dünyaca ünlü gruplardan biridir ve birçok hite imza atmışlardır. Onların da konserini izlemekten mutluyum. “Scooby Snacks”, “Loco” gibi hitlerini çaldılar. Solisti Huey çok sempatik geldi bana…
THE RASMUS: Ve herkesin merakla beklediği dünyaca ünlü Finlandiya’lı grup The Rasmus da sahnede… Yani Lauri, Pauli, Eero, Aki’den oluşan grup bu sene dünyada “In The Shadows” ile o kadar büyük bir sükse yaptılar ki, her yerde bu şarkı çaldı, hatta “Rock’n Coke” reklamlarının jingle’ı olarak bile bu şarkıyı seçmişlerdi. Gittiğim konserlerden önce DJ’lerin çaldığı bu şarkı CD’den bile insanları epey coşturuyordu ve işte bu şarkıyı bu sefer canlı olarak dinleyebilecek ve zıplayacaktık. Dediğim gibi de oldu. Kliplerinden farklı görünen grup canlı olarak daha güzel performe ettiler şarkıyı… Eğer Rock’n Coke’a gelmeseydim içimde kalacaktı The Rasmus’u canlı izleyememem… Ama öyle olmadı ve yaşlandığımda bile “konser” deyince hatırlayacağım bir olaya tanıklık ettim. Son çaldıkları şarkıları “In The Shadows” haricinde “The First Day Of My Life”, “Guilty”, “F-f-f-falling”, “Stil Standing”, “Time to Burn”, “Not Like The Other Girls” gibi başka şarkılarını da çaldılar ve kendilerinin one hit wonder olmadıklarını kanıtladılar. Bu arada onlar sahne almadan önce komik bir olay oldu. Sunucular “En büyük ödülü kazananı açıklıyoruz. Bu herhangi biriniz olabilir” dediler ve kazananı açıkladılar: “Erkin Tarcan”… Arkamdaki biri “Arkadaşlar, biliyor musunuz? Benim adım Erkin” dedi. Ben de durur muyum? “Benim de soyadım Tarcan” dedim. Herkes güldü. Erkin de “Hadi birlikte gidip ödülü alalım” dedi. Epey komik, samimi ve eğlenceli bir ortamdı anlayacağınız.
50 CENT: Aslında konser aralarında birlikte takıldığım ama konserlerde onlar alternatif sahneyi tercih ettikleri için birlikte olamadığımız Mercedes-Benz’ten stajyer arkadaşlar Deniz, Ahmet, Andreas ve Oktay’la (Ülkeleri Almanya’da rock müzik tutmuyormuş, elektronik müzik tercih ediliyormuş da…) birlikte izleyecektim 50 Cent konserini, fakat The Rasmus’ta sıkışık tepişik olan sahne önünde olduğumdan ve yerimi kaybetmek istemediğimden oradan ayrılmadım. Zaten bulamazdık birbirimizi… 50 Cent’te daha da önlerde buldum kendimi. Yalnız ilginç bir olaya tanıklık ettim. 50 Cent’in bir rock festivalinde olmasına karşı olan sadece rock türü müzik dinleyen rockçı kesim kaybolmuştu, sadece giyimleriyle de bunu belli eden hip-hopçı gençler belirmişti etrafımda… Hatta en önde nasıl oraya gitmiş olduğunu anlayamadığım Amerika’lı hip-hop’çı bir zenci olduğu her halinden belli olan biri bile vardı. Ayrıca benim gibi 50 Cent’e karşı olmayan her tür müziğe açık olan insanlar da kalmıştı. 50 Cent de bana göre önemliydi. Türü festivale uymasa bile bir daha nerede Eminem’den sonra dünyada en ünlü hip-hop’çı olan 50 Cent’in konserini izleyecektim? Değil mi yani? Ekranda 50 Cent kliplerinin megamix’i gösterildi. Herkes çığlık çığlığa heyecanlanmaya başladı. Ve işte bozuk para şıngırtıları içinde 50 Cent G-Unit ile birlikte sahnedeydi. Havada bir gariplik vardı. Cehennem sıcağının gittiği sıkışık tepişik olmamıza rağmen yüzümüze düşen yağmur damlalarından ve ara sıra ulaşan soğuk rüzgardan belli oluyordu. Önce herkes her zamanki gibi birilerinin su banyosu yaptırdığını sandı ama bu şişeden değil, havadan geliyordu. Konserin ortalarında dev ekranların birindeki bayrak koptu. Ekranları kapadılar. Önlerde olup sahneyi çok net gördüğümden dolayı benim için ekranın kapatılması sorun değildi ama kısa boylu olanlar mızmızlanmaya başladılar. Acıdım valla. Kafamda soru işaretleri varken 50 Cent seyirciyi coşturuyordu. “What Up Gangsta”, “In Da Club”, “P.I.M.P” gibi hitlerinden bizi mahrum bırakmadı. Hayatımda izlediğim ilk hip-hop konseriydi bu aynı zamanda… Hayatımda izleyeceğim ilk hip-hop konserinin dünyaca ünlü bir star olacağı hiç aklıma gelmezdi tabii ki de… Konserden en çok keyiflendiğim an ise bir şarkısını fötr şapka ile söylemesi ve şarkı sonunda şapkayı aynı Michael Jackson gibi sahneye fırlatmasıydı. Tabii ki de şapka sol tarafa gitti, dolayısıyla da yakalamam imkansızdı. Yakalamak isterdim ama Michael Jackson olmasa bile fötr şapka atma olayının bizzat içinde olmak beni çok sevindirdi. Aslında MJ olmasını tercih ederdim ama hep böyle bir ortamda bulunmak istemiştim açıkçası… Bütün hitlerini kısa kısa söyledi. Bir ara Missy Elliott’un “Workin’” sample’ı da duyuldu. 50 Cent bir röportajında İstanbul’a büyük bir sürpriz yapacağını ve bu sürprizin tüm dünya basını tarafından konuşalacağını söylemişti. Merve de “Eminem gelecek bence” diyordu. Ben ümitlenmemesini, bunun imkansız olduğunu söylemiştim ama 50 Cent’in konserde sürekli “Slim Shady” demesi benim de aklıma getirmedi değil ama herhangi bir sürpriz olmadı. Bir skandal oldu ama… 50 Cent sadece 30-40 dakika sahnede kaldı. Herkes şok oldu. Sahne pet şişe yağmuruna tutuldu. Sunucu korkudan açıklamayı sahne arkasından yaptı. Meğer meterolojiden fırtına uyarısı almışlar, bunun üzerine kamp yapanların çadırları olduğu için konserin geri kalanı iptal edilmiş. Belki The Orb’u izleyemedik ama kısa da olsa headliner 50 Cent’i izleme şansı bulduk ya, önemli olan da o… Hem o olmasa bile diğerleri yeter de artar bile…
Neyse, 11:30’da epey bir hareketlenme başladı. Polis ve askerler bariyerleri ve diğer şeyleri uçmasın diye indiriyorlardı. Kampçılar çadırlarını topluyorlardı. Hazır olanlar ise festival alanını terk ediyordu. Kimi arabalarıyla trafik oluşturmuştu, kimi de benim gibi yayandı. Ayrıca bu tantanada az kalsın bana araba da çarpıyordu. Neyse, Ömür’e de uğrayacak Taksim servisi için öyle uzun bir kuyruk olmuştu ki anlatamam. Yılan gibi kıvrılmış, binlerce kişi arka arkaya servis bekliyordu. Servisler de sıraya girmişti. Bir servis doldukça diğeri devreye giriyordu. Bir helikopterden bu manzara çekilse hakikaten her şey ortaya çıkardı ve muazzam bir görüntü oluşurdu. Kendimi erken davrandı sanıyordum ama her ne kadar arkamdakiler daha fazla da olsa önüm epey kalabalıktı. Uzun süre ben de bu yılanın kıvrımlarından birini oluşturdum, bu dev yılanın ilerlemesinde büyük rol oynadım. Bir yandan da fırtına yaklaştığını çok belli ediyordu. Yıldırım gibi şimşekler çakıyordu. Üşümemek için yanımda ne varsa her şeyi üst üste üzerime giymiştim. Hatta oturduğum o küçük pikeyi bile üzerime sarmıştım. Herkesin kendine göre bir yöntemi vardı. Benimki de buydu. Yanda gitmek üzere olan bir servis durdu. “5 kişi ayakta olmayı tercih ediyorsa binebilir” dediler. Hemen 5 kişi koştuk. Fakat şoför “Başka 5 kişi bindi zaten” dedi önümdeki çocuğa. O 4 kişi binmekten vazgeçti. Daha doğrusu vazgeçirildi. Ama ben bu otobüse binmeye kararlıydım. Bekleyemezdim o kadar sırayı. Sırada ayakta duracağıma otobüste ayakta dururum, daha iyi. Hem daha erken giderdim. Otobüse girdim ve şoföre “Ben tek kişiyim” dedim. Adam kararlı olduğumu anlamıştı. “Peki, gir!” dedi. Ben de girdim, kapı kapandı. Fakat o 4 kişi bana torpil yapıldığını görünce otobüse vurmaya başladılar. “Hey, biz de bineceğiz.” falan dediler. Adam onları da içeri almak zorunda kaldı. Zaten ayakta da durmadık. Arka arkaya ortada oturduk. Ömür’e yaklaşınca ayağa kalktım ama adam “Her durakta mı duracağım?” diye beni İncirli’de indirdi. Para da vermemiştim zaten, eve kadar yürüdüm. Zaten fazla bir yol yoktu. Eğer bu yolu seçmeseydim ya hala sıradaydım, ya da yola yeni çıkmıştım. Eve geldiğimde annemle babam İstanbul’a çoktan gelmişti. Sonu kötü bitse de Rock’n Coke’dan çok güzel hatıralarla döndüm. Hayal edemeyeceğim şeyleri yaşadım. Yine söylüyorum, seneye de mutlaka katılacağım, hatta imkan olursa her sene gideceğim. Gerçekten bu organizasyon Türkiye için bir nimet… Bunu bu iki gün boyunca çok iyi anladım. 102 milyon harcadım 60 milyonluk biletle birlikte… Ama her kuruşuna değdi. Bu parayla birkaç saatlik tek bir konser bileti alabilirsiniz ama bu parayla ben Rock’n Coke’da onlarca konser izledim, yedim, içtim, gezdim, alışveriş yaptım, eğlendim, Özlem Tekin ve Athena ile fotoğraf çektirdim. Daha ne isterim?

1 Comments:

At 3:45 PM, Blogger öz said...

Özlem Tekin foto.larını bizlede paylaşabilir misin acaba?

 

Post a Comment

<< Home